TERAPÖTİK HİKAYE

VAZODAKİ ÇİÇEKLER

           

Bir varmış bir yokmuş; içinde çeşit çeşit çiçeklerin yer aldığı siyah renkli bir vazo varmış. Bu vazo öyle büyük, öyle ağırmış ki yerinden hiç kımıldamazmış. Vazonun içinde bir adet Menekşe, bir adet Gül, bir adet Lale, bir adet Papatya ve bir adet Karanfil çiçeği varmış. Bu beş çiçek uzunca bir süredir birlikte bu vazonun içinde yaşarmış. Sürekli birlikte zaman geçirdikleri için o kadar çok anıları birikirmiş ki…

Bu beş çiçeğin her birinin kendine has özellikleri varmış. En büyükleri Karanfil’miş. Kimse yokken o konulmuş vazoya ilk. Belki de bundan dolayıdır bilinmez, diğer çiçeklere sürekli ne yapmaları gerektiğinden bahsedermiş. “Bugün sahibimiz susuz kalmayalım diye vazomuza su koydu. Menekşe senin suyu iki saatte bir içmen gerekir, çok fazla içersen yaprakların çürür.” dermiş. Sonra güle dönermiş “Senin suyu sık sık içmen gerekir, sık sık içmezsen rengin solar, güzel görünmezsin.” dermiş. Sonra Lale’ye dönermiş “Sen bugün fazla su içmedin heralde aşağı doğru büzülmüşsün.” dermiş. En sonunda Papatya’ya döner, “Seni en içten dileklerimle kutluyorum. Görünüşüne bakılırsa suyunu ne kadar içmen gerektiğini çok iyi biliyorsun.” dermiş. Karanfil diğer çiçeklere göre biraz fazla konuşurmuş. “Benim vazoya konduğum ilk zamanlar hiçbir şey böyle değildi. Sahibimiz fazla su vermezdi, çok dikkat ederek içerdim. Her şeyi hesaplardım. Ama şimdi anlayabiliyorum artık, sabah uyandığımda bize ne zaman su vereceğini, yapraklarımızı okşayıp okşamayacağını, toprağımızı ne zaman yenileyeceğini, her şeyi ama her şeyi anlıyorum artık. Anlamasam da tahmin edebiliyorum. Bu da işimi büyük oranda kolaylaştırıyor. Kendimi planlayabiliyorum. Bu da büyük bir avantaj oluyor benim için.” dermiş.

Papatya; sesini fazla çıkarmayan, ortama uyum sağlayan bir çiçekmiş. Vazoya ilk geldiği zaman uzunca bir süre yadırgamış vazodaki yaşantısını. “Burası nasıl bir yer? Kimler var burada? Kiminle arkadaş olabilir, kiminle konuşabilirim acaba?” gibi soruları cevaplamakla meşgul etmiş kafasını. Genellikle işleri hep düzgün olurmuş. Kolay kolay bir yanlış yapmazmış. Karanfil’in uyarılarını hep dinlermiş. “Sonuçta biz yokken Karanfil buradaydı. Bizden fazla bir şey bildiği kesin.” der, başı ile onaylarmış onu.

Gül’ün asi bir karakteri varmış. Gün içerisinde sürekli hırçın olurmuş. Söz dinlemezmiş. Hep kendi istediği olsun ister, başına buyruk gezermiş. Gül yüzünden vazodaki çiçekler zaman zaman kavga edermiş. Ortalığı birbirine katarmış anlayacağınız. Vazoda kavga gürültü olunca devreye tabi ki Karanfil girermiş. “Sen nasıl bir Gül’sün?” dermiş. “Bir de adın Gül üstelik. Bir kere olsun gün yüzü görmeyecek miyiz biz burada? Bir kere olsun huzurumuz olmayacak mı bizim bu vazoda?” dermiş. Gül Karanfil’in bu çıkışına bazen ürktüğü için sessiz kalmayı tercih eder bazen de kendini güçlü hissettiği olur ve bağırarak cevap verirmiş. Böyle güçlü olduğu anlarda; “Karışma bana, kontrol edip durma artık beni. Ben de biliyorum ne yapmam gerektiğini. Hepinizden nefret ediyorum, nereden geldim ben bu vazoya?” dermiş.

Lale lider ruhlu bir çiçekmiş. Vazodaki herkesin ne yaptığını takip edermiş. Usul usul izlermiş bütün çiçekleri. Karanfil ne konuşuyor? Papatya neyi onaylıyor? Gül yine neden öfkeli? Menekşe’nin nesi var? Herkesi ayrı ayrı takip edermiş. İyi bir gözlemci olduğu için vazodaki çiçekleri iyi tanırmış. Her biri hakkında kendince fikirleri varmış. Vazoda da dinlenirmiş üstelik. Bir problem olduğunda Karanfil Lale’ye döner ve “Lale sen ne düşünüyorsun çiçeğim?” dermiş. Lale de saklamadan söylermiş düşüncelerini. Papatya ile Lale oldukça iyi anlaşırmış. Belki Lale’nin lider ruhlu olması, etrafındaki çiçeklere ne yapmaları gerektiği konusunda bilgilendirmesi Papatya’ya iyi geldiğinden, belki de Papatya’nın başını sallaması Lale’yi onure ettiğinden, belki de başka bir sebeptendir bilinmez pek bir iyi anlaşırlarmış.

Menekşe hassas yapıda olan bir çiçekmiş. Aslında güçlü bir çiçekmiş; içtiği suyuna, toprağına çok dikkat edermiş. Bundan dolayıdır ki birbirinden güzel mor mor çiçekleri açmış. Buna rağmen Karanfil “Bak içtiğin su şu ölçüde olmalı, toprağını havalandırmalısın. Yaprakların temiz olmalı. Hoş kokmalısın ki etrafında bir sürü çiçekler bulunsun.” gibi cümlelerle hayata hazırlarmış onu. Menekşe her gün her gün bu cümleleri duymaktan sıkılırmış. “Ya ben biliyorum.” dermiş. Menekşe akıllı bir çiçekmiş aslında, gerçekten de biliyormuş ne yapıp yapmaması gerektiğini. Ama gün içerisinde hep sessiz kalmayı tercih ettiğinden diğer çiçekler onun ne hissettiğini bilmezlermiş. Belki de Menekşe elinde olmayan bir sebepten dolayı sessiz kalırmış. “Bilerek mi ya da bilmeden mi sessiz kalmayı tercih ediyor?” bunu kendisi de bilmiyormuş. Menekşe Papatya’ya biraz fazla düşkünmüş. Hep onunla vakit geçirmek istermiş. Sürekli yanına gidermiş, konuşmak için çabalarmış. Papatya’nın her zaman yanında olabilmek mümkün olmazmış. Papatya yoğun bir çiçekmiş çünkü. Gün içerisinde yapması gereken işleri olurmuş. Menekşe Lale’ye de sinir olurmuş içten içe. Papatya ile arasının iyi olduğunu bilirmiş. “Benim ondan ne farkım var ki?” dermiş. “Papatya neden benimle değil de Lale ile geçiriyor tüm vaktini.” dermiş. Aslında Papatya rahat bir çiçekmiş. Onun derdi Lale ile vaktini geçirmek ya da Menekşe’yi yok saymak değilmiş. Gerçekten de yoğun bir çiçekmiş. Gün içinde işlerini yaptıktan sonra “Nerede dinlensem, nasıl dinlensem?” diye düşünür dururmuş. Sakin, konuşmayı sevmeyen bir yapısı olduğu için anlaşılmazmış ne demek istediği. Gün içinde ne kadar yorulduğunu da bilmezmiş diğer çiçekler. Halinden memnunmuş ama Papatya; “Yeter ki vazomuzda huzurumuz olsun. Ben her şeye razıyım.” dermiş.

Menekşe Gül ile anlaşamazmış. Daha doğrusu Gül’ün vazo içerisinde bütün çiçekleri huzursuz ettiği hallerine şahit olmak Menekşe’yi oldukça fazla yıpratırmış. Sebebini de anlayamadığı için Gül’ün vazodaki bütün çiçekleri lüzumsuz yere üzdüğünü düşünmekteymiş. Vazodaki o huzursuz hava başladı mı, Menekşe’nin o canlı mor yaprakları solmaya başlarmış. Menekşe vazodaki huzursuzluk baş gösterdiğinde hemen Karanfil’in yanına koşarmış. “Karanfil, şu Gül’e bir şey söyle, rahatsız oluyorum artık vazodaki bu havadan.” dermiş. Karanfil de sorunu çözmeye gidermiş. Önce bir Gül’e kızarmış. “Sen ne laftan anlamaz bir çiçeksin.” diye başlarmış. Sonra Lale’ye dönermiş; “Bir kere de sen idare ediver şu Gül’ü. N’apalım bu Gül böyle.” dermiş. Papatya üzülürmüş vazodaki çiçeklerin haline ama karışmazmış fazla. “Ben zaten yorgunum, buyursun kim uğraşmak istiyorsa uğraşsın.” dermiş.

Vazoda günler böyle böyle geçerken; Menekşe bir farklı davranır olmuş. Eski Menekşe değilmiş sanki artık. Eskiden idare ettiği, uyum sağladığı meseleleri artık fazla kafaya takar olmuş. Bazen hiç olmadığı kadar öfkeli olurmuş, bazen de içine kapanık gezermiş. Menekşe sanki hayatından hiç keyif almıyormuş gibi yaşıyormuş. Bu durum ilk önce Karanfil’in dikkatini çekmiş ve hemen sormuş Papatya’ya: “Sence Menekşe’nin nesi var? Neden böyle davranıyor olabilir?” Papatya: “Hiç bilmiyorum ki son zamanlarda böyle davranmak ona iyi geliyor olabilir ama buradan baktığımda mutlu görünmüyor sanki.” cevabını vermiş. Bunun üzerine Karanfil Lale’nin yanına gitmiş ve “Lale sen iyi bir gözlemcisin. Menekşe’nin nesi var?” demiş. Lale: “Bence Menekşe Gül’ün hırçınlıklarını kafasına fazla takıyor. Tamam biz de memnun değiliz ama n’apalım, he deyip geçiyoruz.” cevabını vermiş. Bunun üzerine Karanfil bir de Gül’ün fikrini almayı denemiş. Gül ise “Benim kendi derdim bana yetiyor, bir de Menekşe’nin şımarıklıkları ile uğraşamayacağım.” cevabını vermiş. Aldığı cevaplara tatmin olmayan Karanfil; “İlk defa çalışmadığım yerden soru geliyor. Benim şu ana kadar ki tecrübem bana muhakkak yol gösterirdi ama neden olmadı acaba?” diye düşünmüş.

Menekşe son zamanlarda davranışlarının değiştiğinin farkındaymış. İçinden neler söylemek gerekiyormuş neler… Ama söyleyemiyormuş işte. “Söylesem n’olur ki zaten.” diyormuş. “Kim beni dinler? Kim beni ciddiye alır? Bu vazonun gürültüsünde duyulur mu acaba sesim, fark edilir mi acaba sessizliğim.” dermiş. Dinlenilmediğini düşünüyormuş Menekşe. Yeterince önemsenilmediğini hissediyormuş. “Vazodaki çiçeklerden biri beni anlayana kadar kendi başımın çaresine kendim bakacağım.” demiş Menekşe. Derken kökleri ile toprağı eşelemeye başlamış. Vazonun üstünden bakıldığında toprakta bir kıpırtı yokmuş. Menekşe kökleri ile toprağın derinliklerini kazıyormuş. Kimsenin görmediği, bilmediği bir yerde alan oluşturuyormuş kendine. Toprakta yeterince büyüklükte bir derinlik açınca Menekşe çok sevinmiş. Gözlerinin içi parlamış adeta. “Sonunda kendimle ilgilenebileceğim bir yerim oldu. Buraya Gül’ün huzuru bozan sesleri de erişemiyor üstelik, ne harika.” demiş. Biraz daha düşününce daha da mutlu olmuş. “Burada kimse beni yönlendiremez. Bana akıl veremez. Ben istediğim kadar konuşabilirim. Kimse lafımı da bölemez üstelik. Konuşur konuşur yorulunca da giderim.” demiş.

Menekşe artık günün belirli saatlerinde toprağın derinliklerinde kendisi için açtığı çukura gidiyormuş. Bazen gün içerinde yaşadığı maceraları anlatıyormuş, bazen de öfkesini buraya boşaltıyormuş. Öyle kuvvetli bağırıyormuş ki kimsecikler duymuyormuş onu. “Oh ne güzel, tam istediğim gibi.” demiş Menekşe. Bazen de “Menekşe sen ne harika bir çiçeksin. Çiçeklerin ne kadar da canlı… Bu mor renk başka hiçbir çiçekte yok, sadece sende var. Hele şu dalların yok mu? Onlar nasıl da bakımlı duruyorlar öyle. Hele şu yaprakların, ne kadar da yeşil… Düşünsene Menekşe; vazodaki tek menekşe sensin. Ne kadar özel, ne kadar biricik… Menekşe birden çimdiklemiş kendini. “Biraz fazla mı abartım acaba? Çok mu övdüm kendimi? Bu kadar güzel olduğum doğru mu? Gerçekten de bu kadar eşsiz miyim?” diye düşünmüş ardından. Sonra usulca diğer çiçeklerin yanına doğru yol almış. “Fazla geç kalmamalıyım. Geç kalırsam yokluğumu fark edebilirler. Fark ederlerse beni takip eder, gizli yerimi öğrenirler.” demiş.

Menekşe’yi ilk gören Lale olmuş, sonra Karanfil, sonra Papatya ve en sonunda Gül. “Neredeydin bunca zamandır?” diye sormuşlar hep bir ağızdan. Menekşe ise “Hiiç, geziyordum buralarda.” diye cevaplamış. Gizli yerini kimsenin bilmiyor olması ona tarifsiz bir güç vermiş. “Ben akıllı bir çiçeğim. Sadece bazen biraz yıpranıyorum, bazen biraz sıkışmış hissediyorum, bazen de biraz kaygılanıyorum. Ama toparlanabilirim. Böyle anlarda gizli yerime gidebilirim, gücümü toplar tekrar diğer çiçeklerin arasına karışırım.” Ne yapması gerektiğini bulduğu için o gece çok rahat uyumuş Menekşe.


___ SON___